Pelvik konjesyon sendromu nedir?

Doç. Dr. Başar Sarıkaya, bu ağrıların büyük bir kısmının "pelvik konjesyon sendromu"ndan kaynaklandığını söyleyerek konuyla ilgili bilgi verdi


Girişimsel Radyoloji ve Nöroradyoloji alanlarında çalışmalarına ülkemizde devam eden Doç. Dr. Başar Sarıkaya, karın alt bölgesindeki iç organlar çevresinde toplardamar genişlemesi ve basınç artışı anlamına gelen "Pelvik Konjesyon Sendromu"nun toplumda tanı almada zorlanılan bir hastalık olduğunu belirtti.

Kadınların bir kısmının bu şekildeki karın ağrıları nedeniyle doktor doktor gezdiğini ama tanı konusunda çoğu merkezde yetersizlikler olduğunu vurgulayan Dr. Sarıkaya, bazı hekimlerin ise tanı alınsa dahi bu hastalığın tedavisi konusunda ciddi bilgi eksiklikleri olduğunu söyleyerek bu konudaki önemli başlıklara değindi:

Pelvik konjesyon sendromu nedir?

Tıpkı baş ağrısı gibi, alt karın ağrısı da toplumda oldukça sık görülür ve kadınların yaklaşık üçte biri yaşamları boyunca en az bir kez kronik alt karın ağrısından muzdarip olurlar. Son yıllarda özellikle tıbbın görüntüleme alanındaki gelişmeler bu ağrıların bir kısmının "pelvik konjesyon sendromu"na bağlı olabileceğini göstermiştir.

Pelvik konjesyon sendromu tıpkı bacaklardaki varis hastalığı veya erkeklerde testis çevresinde görülen varikosele benzer. Yani o bölgedeki toplardamarların çalışmasında bir sorun vardır ve kan kalbe doğru ilerlemesi gerekirken geriye doğru kaçar. Damarları vücudumuzdaki otoyollara benzetebiliriz. Dört şeritli bir otoyolun üç şeridinin tersine aktığını varsayalım böyle olunca, bitmek bilmez bir trafik yoğunluğu yani "konjesyon" gelişir. Pelvik konjesyon sendromunda rahim, yumurtalıklar ve tüplerin etrafındaki toplardamarlarda anormal bir basınç artışı ve genişleme olur ve bu durum kronik ağrılara sebebiyet verir.

Bu hastalıktaki ağrı ve diğer şikayetlerin özellikleri nelerdir?

Ağrı künt ve kıvrandırıcı sancı tarzında olabilir. Karın alt bölgesinde olabileceği gibi bele ve kasıklara da yayılabilir. Bazı durumlarda sadece belde görülebilir. Mens dönemlerinde, cinsel ilişki sonrası, gebelikte ve uzun süre ayakta kalınan yorucu bir günün sonunda ağrı daha belirgin hale gelebilir.
Anormal kanamalar, idrar yaparken yanma ve sık idrar yapma, vajinal akıntı veya eşlik edebilecek kasık veya dış genital bölgede varisler diğer olası eşlik eden durumlardır.

Toplumdaki sıklığı nedir?

Bu hastalıkta çoğu zaman doğru tanıya ulaşılamadığı için kesin rakamlar vermek çok gerçekten çok zor. Ancak ABD başta olmak üzere batı ülkelerindeki istatistiklerden biliyoruz ki, kronik karın ağrısı jinekoloji vizitlerinin %10-15'ini oluşturmaktadır. Bu hastalardan en az %30'unun yani üçte birinde temel sebebin pelvik venöz konjesyon olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Yani nispeten çok sık olduğunu söyleyebiliriz.

Risk faktörleri nelerdir?

Tipik olarak doğurganlık döneminde yani 45 yaş altında görülür. İki veya daha fazla gebelik öyküsü bulunması, riski artırmaktadır. Hiç gebe kalmamış bir hastada pelvik konjesyon sendromunun çok nadir görüldüğünü biliyoruz. Polikistik over hastalığı, bacaklarda dolgunluk ve ödem ve hormonal bozukluklar diğer riskler arasında sayılabilir.

Tanı nasıl konulur?

Mutlaka tıbbi görüntülemeye ihtiyaç vardır. Jinekolojik rahatsızlıklarda genellikle ilk başvurulan yöntem ultrasonografidir. Ultrasonografiyi çoğu merkezde bizzat kadın doğum uzmanları gerçekleştirmektedir ve hastayı bu konunun uzmanı olan radyologlara yönlendirmemektedirler. Bu da ne yazık ki tanı almada problemlere yol açmaktadır. Ultrasonografi esnasında bir takım özel manevralar yaptırılması veya incelemenin ayakta veya oturur pozisyonlarda tekrarlanması bulguların saptanmasını kolaylaştırır. Yine transvajinal yolla yapılan ultrasonografi bazı durumlarda daha iyi görüntüleme sağlayabilir.

Bilgisayarlı Tomografi (BT) veya Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) gibi yöntemlere problem çözücü olarak başvurulabilir. Bazı hastalarda ise başka nedenlerle yapılan bu tetkiklerde, pelvik venöz konjesyon sendromuna ait bulgular tesadüfen saptanabilir.

Tedavide neler yapılabilir?

Tedavide tek kesin çözüm embolizasyon ile elde edilebilir. Embolizasyon dediğimiz yöntem genel tabiriyle damar içinden yaklaşımla, damarların veya organın beslenmesinin veya kan akışının kesilmesidir. Embolizasyonda toplardamarlar içinden sorunlu bölgeye ulaşılır ve çeşitli yöntemlerle sorunlu damarın kan akışı engellenir. Bu işlemi, bu konuda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip ve üst ihtisas eğitimini tamamlamış girişimsel radyologlar başarı ile gerçekleştirebilir.

Tedavinin başarı oranı nedir?

Yüzde 95 olguda işlem sırasında sorunlu damarlara teknik olarak ulaşmak mümkündür ve bu hastaların da %85-90 kadarı işlemden yarar görürler.

back to top